Ana içeriğe atla

Monitus

Tüm gece kalkmamıştı bilgisayar başından. Yetiştirmesi gereken tonla işe ve kısıtlı süreye sahipti. Güneşin doğmasıyla yandı gözleri. Bir sigara yaktı, güneşi selamladı. Derin ve hızlı nefesler alıyordu. “Zamanla yarışmak ne kadar anlamsız” diye söylendi. Her saniye değişen düşüncelerini kontrol edemiyordu. Son bir nefes sonra döndü bilgisayarına. Güneşten öğrenmişti saati, tekrar bakmadı. Uyuması gerektiğinin farkındaydı. Zamana karşı bir mücadele daha kaybetmeye hazırdı. Kulaklarında derinlerden bir ses ismini sayıklıyordu. Çağırıldığını görmezden gelip uykuya dalmaya çalıştı. Bir şeyler düşünmekten alıkoyamıyordu kendini. Bilgisayarı kapattığı gibi kendini kapatmayı düşündü. Belki mümkündü. Düşündüğü her saniye yatak daha rahatsız hissettiriyordu. En uygun pozisyonu arıyordu hala uyumak için. Belindeki ağrı engelliyordu bir çok fikri. Tüm bu düşüncelerin arasından sıyrılıp kapatabildi kendini sonunda. Biraz dinlenebileceğini düşünmüştü en son. Başucundaki telefon çalıverdi. Her zamankinden farklı hissetti telefonu eline aldığında. Kulağındaki sesler çığlık atıyordu. İlk çaldığında açmadı telefonu belki de cesaret edemedi. Aman vermeden tekrar seslendi telefon. Düşünmeden telefona cevap verdi. Bu kadar önemli olan ne olabilirdi? Kalan bir kaç iş için arkadaşları çağırıyordu. Yeterince dinlenmiş hissetmiyordu ama evden çıkmak iyi gelebilir diye düşündü. Doğrulduğu gibi hazırlanmaya başlamıştı. Zamanla olan yarışını hala unutmuş değildi. Hızlıca attı kendini evden dışarıya. Hiçbir şey eskisi gibi görünmüyordu onun gözünden. “Hala uyku sersemi miyim?” diye sordu kendine. “Her gün geçtiğim sokaklar neden şimdi farklı” diye düşünerek devam etti. Gitmesi gereken yerden emin değildi. Otobüs ilerlerken haritada nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kulağındaki çığlıklar yeterince odaklanmasına izin vermiyorken bir yandan da her şeyi düşünmeye çalışması yoruyordu onu. Yolun nasıl geçtiğini anlayamadı tüm bunlarla uğraşırken. Otobüsten indiğinde arkadaşı karşıladı onu. Kalanların nerede olduğunu sordu merhaba demeden. Onların çalışmaya başladıklarını duyduğunda ise yürümeye başladılar. Artık gideceği yerden emindi fakat huzursuzluğu geçmemişti hala. “Gideceğin yeri bilmek gitmen gerektiği anlamına gelir mi?” sorusu takılmıştı kafasına. Yeterince gayret ettiğini düşündü. Bu noktadan dönmenin saçma olduğunu düşünüp devam etti. Kalabalık bir kafenin önüne geldiklerinde arkadaşlarının orada olduğunu görmüştü. “Kahretsin” dedi, “ne kadar çirkin bir yer”. Bu yeri hiç sevmemişti. Kalabalıktan hoşlanmazdı. Kafeye baktığında ise tek gördüğü bir kutu içerisinde birbirine karışmış bilyelerdi. Huzursuzluğu daha fazla artmıştı. Hala kafeyi incelerken seslenen arkadaşını duydu. Zamanla olan yarışını unutmuştu bir an. Hızlıca yanlarına oturdu ve bilgisayarını açtı. Çalışmak için hazır olduğunu göstermeye çalışıyordu. Beyninde dönüp dolaşan tüm sesleri bir kenara itmeye çalıştı. Kulağındaki çığlıkların tamamını bastırıp odaklandı. Bir çok problemi çözmüştü aslında saatler sonrasında. O masada oturan herkesin yorgun hissettiği o an gelmişti. Hala bitmeyen işler olduğunu düşündü fakat bunları tek başına halledebilirdi. “Ne zaman?” diye sordu arkadaşı. Beyni parçalanmış gibi hissetti. Bir yerde zamanı düşünüyordu, onun ne olduğunu, ne anlama geldiğini. Bir yerde ise vereceği cevabı netleştirmeye çalışıyordu. “Akşam” diyebildi sadece. Arkadaşının gözlerine baktığında bu cevaptan memnun kaldığını hissetti. Bu kendi için yeterliydi. Şimdi gitmesi gereken farklı bir yer vardı. Arkadaşlarından ayrılırken, daha önce yapmadığı bir şekilde hepsiyle tek tek vedalaştı. Ayrılırken ise bunu neden yaptığını düşündü. Sahil boyu yürümeye başladı. Denizin tuzlu kokusunu daha önce böyle hissetmemişti. Önce biraz oturmak, deniz üstündeki takaları seyretmek istedi ama zamanı çıkaramıyordu aklından. Hızlıca vazgeçti bu düşünceden. Adımları daha da hızlanmıştı şimdi. Durağa vardığında artık tamamen sağır gibiydi. Tüm gün duymazdan geldiği çığlıklardan başka bir şey duyamıyordu artık. Tüm bu çığlıklar arasından çağırılıyordu hala. Farketmesi mümkün değildi. Otobüs geldi ve kalabalık durakta durdu. Kendini kötü hissetmeye başlamıştı. Önce midesi bulandı otobüsü görünce ardından bir anlığına dengesini kaybetti. Toparladı hızlıca. Bu sırada herkes otobüse biniyordu. Yeterince yer olduğunu düşündüğü için en arkada bekliyordu. Sıra ona geldiğinde yanaştı kapıya. Çok keskin bir ağrı hissetti o an. Bir an için kıpırdayamadı yerinden. Gözlerini kapatmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Yorgun muyum?” diye düşündü. O sırada seslendi otobüs şöförü; gelecek misin? Henüz kendi fikirlerine dahi cevap verememişti. Hiç düşünmeden atladı otobüse. Arka cebinden cüzdanını çıkarıp yol ücretini ödedi. Otobüsün arkasında hala boş olan yerleri görmüştü. Bir yandan yürürken diğer yandan kendisi için en uygun alanı seçmeye çalışıyordu. Uzun bir yolculuk olacağını düşündüğünden tek koltuklara oturmak istemedi. Sağındaki yaşlılar için ayrılmış oturma alanını da düşünmeden geçti. Kapının hemen dibinde bir yer buldu kendine. Çantasıyla beraber rahat edebileceği bir yer olduğunu düşündü. Kulağındaki çığlıklar dinmişti artık. Keskin ağrıyı hatırları hemen. “Onları öldürdüm mü?” diye düşünmeye başladı. Bir anlığına tüm bu sessizliğin içinde yorgunluğunu hatırladı. Başını cama yaslayıp kapadı gözlerini. Çığlıkların dinmesi onun huzursuzluğunu azaltsa da düşüncelerini durdurmuyordu. Şöförün ağır frenleri ve uğradığı çukurlar sayesinde başını sürekli cama vurur halde uyuya kaldı. Telefonunun çalmasıyla açtı gözlerini. Açmak istemiyordu telefonu belki de bir kıymeti yoktu. Camdan dışarıya baktı önce. Hala çok yolu olduğunu farketti. Kendini çok dinlenmiş hissediyordu. Bu sırada telefon çalmayı bıraktı. Tekrar uyumak istedi ama yorgun değildi. “15 dakikalık bir uykuda nasıl bu kadar dinlenebildim?” diye düşündü. O sırada tekrar telefon çaldı. Düşünmeden eline aldı telefonu. Aramayı cevaplamaya çalışıyordu ama bunu başaramadı. Neler olduğunu anlamamıştı. Çantasına baktığında çantasını koyduğu yerde göremedi. Bir panikle ayağa kalktığı olduğu yerden. Tüm bu esnada otobüsün hiç ilerlemediğini farketmesi zaman aldı. Oturduğu yere döndü çantasının orada olmadığına emin olmak için. Oturduğu yerde kendisi görmesiyle aklını kaybettiğini düşündü. Telefon tekrar çaldı. Telefonu cebinden çıkardı hızlıca. Ekranı kıracak kadar sert bir şekilde basıyordu çağrı tuşuna ama telefon açılmamaya niyetliydi. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Şöförün olduğu yöne çevirdi kafasını. Hiçbir şey yoktu. Kırmızı mavi ışıkları gördü her yerde. Tanrısına uyanmak için yalvarmaya başladı. Kulağındaki tüm sesler ağlıyordu artık. “Sanırım” diyebildi sadece. Artık anlamaya başlamıştı. Akşam yapabileceği bir işi kalmamıştı artık. Aldığı son nefesi şöförün alamadığı bir virajda bıraktığını farketti. Uzun bir yolun sonu. Uzun bir yolun başlangıcı. 

Yorumlar

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Çok okunanlar...

Henüz Ölmemişken

Henüz ölmemişken diye başladı yazısına, bir şeyler daha bırakmak istiyordu bu dünyaya. Kanser olduğunu öğrendiğinden itibaren karamsar bir halde oturup vahlanmak yerine tüm hayatı boyunca yazdığı eserlerin neredeyse iki katını yazmıştı. Yazmaya da devam ediyordu asla öleceğine inanmayan yazar. Daha yeni doğan bir bebekken başladı sancılarım diye devam etti. Haklıydı. Henüz yeni doğmuşken garip hastalıklar peşini bırakmıyor, hastane ona hapis oluyordu adeta. Geçmişine dair pek bir anı hatırlamayan yazar hastanenin her köşesini, her bakıcısını adeta ezbere biliyordu. Yattığı odayı, alamadığı nefesi, tüm dünyası olan oyuncaklarını… Yazar devam etti. Böyle gelip geçti seneler, ben dünyadan habersiz. Bağlamışlar her yerime kabloları, kelepçe gibi fakat hayatta kalmayı istediğimden şüpheliyim diyordu. O zamanlardan gördüğünü hissediyordu acıyı. Her seferinde ziyaretine gelen dedesinin ağlamalarından anlamıştı çok yaşamayacağını. Buna rağmen inat ettim ya, etmez olaydım. Şimdiye kadar bir şe

Son Bir Şiir

Sevgilim, sevgim, sevincim, sevdiğim… Tüm gece ciğerlerime dolar gibi sıkışıyor göğsüm. Fabrika bacalarından çıkan tüm dumanları soluyorum sanki. O siyah renkli, içinde şimşekler kaçan bulutlar gitmiyor başımdan. Bir saniye olsun rahat nefes alamaz oldum artık. Her an ciğerlerimde bir ağrı, kalbimde bir sızı. Ölüp bırakmak istiyorum her şeyi. Diğer dünyadan benim için üzülecek bir kaç insanı izlemek istiyorum. Zor geliyorken sensiz yaşamak, seninle yaşamaktan da nefret ediyorum. Canımı yakıyorken seni sevmek, bir yanım senden hala vazgeçemiyor. Ne kadar kızsam da kendime bir faydasını görmedim henüz. Senden kaçıp kurtulmak istiyorum artık. Canımı yakmana izin veremem, vermemeliyim. Bundan çok sıkıldım biliyor musun? Sürekli kafamın içinde olmandan bıktım. Ben seni sevmiyorum. Artık sevmiyorum. Lütfen git artık. Bir hafıza kaybı yaşamayı bile göze alıyorum seni nasıl sevdiğimi, beni nasıl sevdiğini, sana olan aşkımı unutmak için. Her geçen gün artan bu yorgunluk ve bitkinlik senin

Kirli Sokaklar

"Sokakta parçalanmaya mahkum bırakılmış birkaç hayat." Bunları yazmayı ben istemedim, bunları yazmaya beni Sokaklar zorladı. Bugün 14 Şubat 2021; Adım Jeff, Bugün 21 yaşındayım. Ölümümün üzerinden 3 sene geçti, cesedim hala soğuk sularda. Artık eskisi gibi mülteciler gelmiyor yanıma. Onları buldunuz, BENİ DE BULUN. Bugün 18 Kasım 2017; Bir hayalim daha yeşeremeden soldu günlük. Bu hayal bir futbol maçı veya başlayamayan bir aşk değil, bu hayatım olmasını istediğim müzik. Daha yeni başlamışken uğraşmaya bir araba kazasında bütün hayallerimin bitebileceği aklıma gelmemişti. Belki bir ilki başarabilirim ama bu işi dilsiz olarak yapmak olanaksız görünüyor. Babamı kazada kaybettikten sonra annemin yanına gittim. İlk defa onu bu kadar mutlu görmüştüm. Benim gelmeme miydi bu sevince yoksa babamın gitmesine mi anlayamamakla beraber hızlıca odama taşındım. Alışmamın zor olacağı şeyler belliydi, yeni bir okul, yeni bir hayat, yeni bir düzen ama alışmaktan asla