Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Delilik Paradoksu

Delilik paradoksu ihtimaller üzerine kurulu bir paradokstur. Şöyle düşünelim; Siz bir delisiniz, bunu bilebilir misiniz? Bilebileceğinizi iddia etseniz dahi bilemezsiniz. Hiç bir deli deli olduğuna inanmaz. Aksini kanıtlamak için; -Ben bir deli olsaydım tımarhanede olurdum... +Belki de tımarhanedesiniz fakat düşüncelerini bile kontrol edemeyen bir birey olarak bunun farkında değilsiniz. Veya henüz dışarda olmanızın nedeni sizin deli olduğunuzu fark etmemeleri olabilir. -Elimde doktor raporları var ve deli olmadığımı söylüyorlar. +O doktor raporlarında deli olduğunuz yazsa dahi buna inanmak istemeyen bir beyniniz var ise aldanıyor olabilirsiniz. -Arkadaşlarım deli olmadığımı söylüyor. +Deli olmadığınızı söyleyen arkadaşlarınız hayal ürünü olabilir ve bunun aksini kanıtlayamazsınız. -Eğer deli olsaydım bunu anlardım. +Eğer deli olsaydınız bunu anlamanız olanıksızdır çünkü beyniniz buna inanmaz. -Bir kaç deli tanıyorum ve benden farklılar öyleyse onlar deli ben değilim. +Del

Hissettin mi?

Hissettin Mi ? Ölümü dileyerek gözlerimde dolu yaşlarla gökyüzüne baktığım vakit, neler yaşadığımı hissettin mi? Ya da bir sonbahar akşamında tüm duygularımı sana anlatırmışçasına kağıda döktüğüm andaki ruh halimi hissettin mi? Hissetmek sana nasıl bir anlam ifade eder anlatmayı dene biraz kendine. Empati midir senin için, yoksa birinin kesik yarasını hissetmek için kendini kesmek gibi mi? Öyle nefret ettim ki insanlığın boş çabasından, ölümü dört gözle bekler oldum. Aşk, para, statü veya güç derdine düşmüş ahmaklar var, onlardan olmamam gerek. Her akşam karnımı doyurmak için bir parça ekmek ve gerisi tamamen düşüncelere ayrılmış 23 saat 30 dakika. Tek isteğim biraz özgürlük aslında. 3 günlük bir yaşantıda dahi 3 yıl geçinecek kadar biriktiren insanlar gördüm. Mezarlarına bile almak isteyenler vardı. Ellerindekilerin en azından bir kısmı bile dağıtıldığı taktirde kurtulacak binlerce insan olan insanlar. Ama paylaşmayı asla öğrenemediler, sevemediler. Bütün ganimeti kendilerine sakladı

Froen Ve Shizy

Froen ve Shizy. İki deli, iki sadık dost… Bir içki masasında tanıdım Froen amca ve Shizy’i. Shizy aslında bir papağan. Ona asla papağan diye seslenmemem gerektiğini de o masada öğrendim... Her hafta sonu yaptığımız gibi bir meyhane de rakı masasında buluştuk eski dostlarla. Sohbet sohbeti, laf lafı açarken geldi masamıza Froen amca. Ne git diyebildik gülen suratına bakıp, ne de kal diyebildik haline acırken. Biz daha ağzımızı açamamışken başladı, elindeki rakı bardağını masaya vurup hikayesini anlatmaya. Uzun zaman önce tanışmış hayatının aşkıyla. İsmini asla söylemedi, Sevdiğim derdi her zaman… Sene diyor bilmem kaç, yer diyor bilmem neresi. Bu adam hiç bir şeyi hatırlamıyor. Alkolün etkisinden mi yoksa deliliğinden mi diye henüz kararlaştıramamışken o dedi Sevdiğim. Anladık ki büyük bir aşk var. İnsanı delirtecek, ruhunu içinden çekip alacak bir aşk. Onu gördüm diyor, ona öldüm diyor. O da bana aşkından öldü diyerek bitirdi elindeki kadehi, gözlerinde yaşlar. Sonra anla

Ölümsüz

“Arşa değer alnımız ! Kan bayrağa düşünce, Şehit olmak farz olur ! Vatan elden gidince…” Ölümsüzlük denildiğinde aklıma Kurtuluş savaşı gelir. Onlarca kayıp, onlarca Şehit. Ölüler mi ? Asla… Uzun yıllardır ne yazık ki sömürülen bir devlet, milletiz. Canlarımız gidiyor ve biz gün geçtikçe yozlaşıyoruz. Günler geçtikçe Benliğimizi yitirip “Yanlış Batılılaşma” örneğini tam olarak yaşıyoruz. U zun zaman önce almıştık uyarıyı atalarımızdan, ozanlarımızdan. Şimdi ise bir felaketi yaşayıp Türk Milletini yok ediyoruz. Her gencin elinde, üstünde, içinde yabancı bayraklar. Ana dili olan Türkçeyi yazmayı bırakın konuşmayı bile beceremeyen, ne zaman çalışsa yabancı kelimeler kullanarak kendini üstün zanneden ahmaklar. Özünü kaybeden bir gençlik yetişiyor. Dil, din, örf, adet ve ahlak kavramları zamanla yok olmaya başladı ve kısa süre içinde tamamen bitti. Kendini metropol ilan eden büyük şehirlerde gençlerimizin hali ne yazık ki bu. Bu olaylar aklı başında olan her Türkün

O

Düşüp kalkarız zaman zaman. Vakti gelir hiç kalkamayacağımızı sandığımız kadar sert düşeriz hayallerimizden. Her insan yaşamıştır büyük hayal kırıklıkları ama hiç bir insan benim kadar şanslı değildi sanırım bu konuda. Benim sahip olduğum bir o vardı her zaman baş ucumda. Her düştüğümde koşan, ağladığımda ağlayıp, güldüğümde gülen bir o. Buna zorunda değildi, yanımda olmak, benimle koşmak. Ama içi o kadar güzel birisi, kelimelerle olmayan ifadesi. Ne zaman boşluğa bakarken bulsam zihnimi, kendimi tutup çıkarmam gereken o boşluğa. O belirirdi bir yerlerden. Bazen yazar yardım isterdim, tereddüt dahi etmezdi. Bazı geceler ıslak ve tuzlu yastığıma başımı koyduğumda sadece sensiz olmanın acısını hissederdim kalbimde. Ne zaman gelsem sana sonuna kadara çıktı kapıların. Bazen ben gelemedim, bazı geceler seni kabul etmedim. Bensiz daha iyi olacağın fikrine kapıldım zamanla, sensiz bir ölü olduğumu umursamadan. Çekip gitmek geldi içimden ama nereye? Kimim vardı ki senden başka bu sonsuz he

Ne Kadar?

Ne Kadar ? Ne kadar değiştirebilir bir insan hayatını bir kadın? Kelimelerle oluşan cümleler yeter miydi anlatmaya? Yoksa ilahi bir güç mü lazımdır… Hayatımda giren bir kadın, bir insan, bir yüce güç. Tüm düzenimi yeniden kurup bana tam anlamıyla istediğim hayatı sunmak için gelmişti. İsmi İkra, Dünya’nın belki de nefes alan her şeyin en güzeliydi benim için. Gülüşü içime huzur dolduran, kokusu başımı döndüren, gözleri resmen içimi delip geçen bir nur tanesi gibiydi. Güzelliğini anlatmaya asla ama asla bir insan kalemi yetmez fakat belki biraz da olsa hissettirmek için yazıyorum bunları. Bir gece vakti boş boş bakınırken gördüm içinden akan kederi. Ona yardım etmek için uzattığım eli öyle güzel tuttu ki, bir an olsun bırakmak gelmedi içimden. İçinden akan karanlığın nehiriydi, her tarafında solmuş güller, ölmüş balıklar, bitmiş hayatlar. Ama biliyordum, hissediyordum daha doğrusu içinde bir yerlerde mükemmel bir ışık, harika bir insan olduğunu. Dışına da vuruyordu bazen k